Biraz eski defterlere daldım, seyahatnamelere… Resimler, adresler, telefon numaraları, karman çorman notlar, karalamalar, günlüklerle dolu.

Bugün Goa’ya gidelim. Yıl 2008. Açık Kitap nihayet çıkmış ve 7 yılın ardından Açık Radyo’dan ayrılıp yollara düşmüş, kendimi Hindistan’a atmışım. 6 ay sürecek deli bir macera. İçinde çok hikaye var ama bugün sadece pencereyi aralayıp karşımıza çıkan ilk manzaraya rastgele bakacağız.
Önce defterimden bir sayfa:
Şu anda buradasın ve burası şimdi!
Şu anda buradasın ve burası şimdi. Şimdi, hareket halinde. Ben bir cesaret şeytanı değil cesaret meleğiyim ve bu hiç kolay değil. Deliliğin kocaman açılmış ağzında patlayan çiçeklerim ben. Etrafım her şeyi yutmaya hazır dev bir öpücükle sarılmış. Zamanın kendisi kadar büyük ve muazzam, birdenbire yüzünü tokatlayan, sert vuran ama merhameti de avucunda tutan pesbembe bir mutluluk… Goa, 2008.
Goa'da Bir Sabah,
Yakınlardaki tapınaktan yükselen Hindu ilahileriyle uyanıyorum. Sözlerinin ne anlama geldiği hakkında en ufak bir fikrim yok ama yine de huzur veriyor. Pansiyonun sahibi Miss Rosie yan dairede çoktan uyanmış, televizyonda bir Bollywood filmi izliyor.
Yattığım yerden televizyonun sesini duyabiliyorum. Filmde neler olup bittiğini hayal etmeye çalışıyorum. Gangsterler güzel bir kızı kaçırmış. Yakışıklı adam ormanda koşuyor, gangsterler de peşinde. Ama bir noktada hep birlikte şarkı söyleyip dans edecekler, orası kesin… Motosiklet kazasının ardından her yerim ayrı ağrıdığı için yavaşça kalkıp verandaya çıkıyorum. Hemen yandaki evde Goalı bir aile yaşıyor. Kadın çiçeklerini sularken kocası bahçede her zamanki diş fırçalama seanslarından birine dalıyor. Her gün bahçesindeki çiçekleri seyrederek uzun uzun, dakikalarca diş fırçalayan adamı izlerken bu meditasyon tekniğini ben de denemeliyim diye geçiyor aklımdan. Ama Sunrise Cafe’de yerel gazeteler eşliğinde sert bir kahve içme fikri ağır basıyor.
Patrick, 30 yıl boyunca kafeyi babasının işlettiğini, o emekli olduktan sonra işi kendisinin devraldığını anlatıyor. Ona hippileri ve 60’ları soruyorum. "Birkaç yıl öncesine kadar 'hippi' kelimesinin 'beyaz adam' adam anlamına geldiğini sanıyordum" diyor. "Kumsalda uyur, yemeklerini taşların arasına saklar, davul çalarlardı" diyor. Şimdiyse işler değişmiş… "Yarınki parti iptal, beşinci sınıfların matematik sınavı var" diyor ve birlikte gülüyoruz. İşte size inanılmaz Hindistan, yani dedikleri gibi: “Incredible India”.
Bazıları için Goa tembel plajlar, Portekiz villaları, rengârenk bir turist tuzağı ya da sonsuz Trance beat’leri demek. Ama nihayetinde Goa bir motosiklet diyarıdır. Motorumu Anjuna’ya doğru sürerken sonu gelmeyen bir kokular silsilesi duyularımı ele geçiriyor. Pirinç tarlalarının serin ve nemli pusu, yakınlardaki bir mutfakta pişen balık körisi kokusu, ölü bir kuş, yanan tütsüler, yaseminler... Güzel ve çirkin kokular peş peşe dizilirken sonunda sahile varıyorum. Plajda meyve satan kadınlardan biri uzaktan beni gözüne kestiriyor. Başının üzerindeki devasa sepeti akılalmaz bir güç ve zarafetle taşırken salına salına yanıma geliyor. Onu tanıyorum, adı Rugma. Yeşilli pembeli elbiseleri ve yürüken sürekli şıngırdayan ağır, iri kıyım halhalları Rajasthanlı bir çingene olduğunu ele veriyor. Mangoyu keserken tüm ailesini anlatıyor bana. Çocuklarını, aksi kuzenini ve geveze kocasını... Evlilik hakkında ciddi tavsiyeler alıyorum. Ayrılmadan önce soruyor: "Party going?” Partiye gidecek misin? Belki de gitmeliyim…
Gün batmadan önce partideyim. Devasa otopark motosikletlerle dolu, günbatımında sahile kurulmuş endüstriyel bir tapınak gibi. Dans pisti Mad Max filminden çıkmış karakterlerle dolu; bolca deri, kanvas ve metal karışımından ağır sanayii esintili kostümler her yerde. Çiçekler ve boncuklarla süslenmiş elf ırkları ise fantastik romanlardan fırlamış gibi... Hintli gençler, yaşlı hippiler, turistler ve çocuklar... Çay satan kadınlar yani “Chai Mama’lar” kilimlerine kurulmuş ateş dansçılarını izliyor. Başı dönen, midesi bulanan, yorgun düşen herkes bu kilimlerde Chai Mama’ların gözetiminde karnını doyurup evrene yayılan gümbür gümbür Trance müzik eşliğinde bebek gibi uyuyabilir… Ve eğer o günkü partinin yerini bilmiyorsanız, başının üzerinde dev sepetler ve ellerinde çuvallarla yürüyen Chai Mama’ları takip etmeniz yeterli… Hükümetlerin ve önyargıların ayırdığı her şey burada, sahilde birleşmiş, mutlu mesut dans ediyor. Ritim vahşi ve sonsuz… (Burada paskalya yumurtası vardır!)
Buna Konkani derler
Gökyüzünde ilk yıldızlar belirdiğinde köye dönmek üzere yola koyuluyorum ve önce bakkala uğruyorum. İçeri girerken daha önce hiç duymadığım, inanılmaz tatlı, hatta hindistan cevizi şekerli bir müzik beni karşılıyor. Biraz Calypso gibi, belki 50’lerden kalma… Dükkân sahibine soruyorum. Kulağının arkasında küçük sarı bir çiçek, yüzünde sıcacık bir gülümseme var yaşlı adamın. “Buna Konkani derler” diyor. Aynı zamanda Goa’da konuşulan dilin de adı bu. Daha fazla bilgi alamıyorum ama artık elimde keşfedecek yeni bir şey var: Goa’nın otantik, tatlı ve neşeli müziği, Konkani. “İyi akşamlar bayım” dedikten sonra dükkanın önünde yetişen o mis kokulu sarı çiçekten bir tane koparıp bakkal amca gibi ben de kulağımın arkasına takıyorum. Motoruma atlayıp tekrar yola çıkıyorum.
Şimdi size Konkani müziğinin efsanesi Alfred Rose’dan bir parça ile veda ediyorum. She’s a Lady From Goa. Alın bu sarı çiçeği ve kulağınızın arkasına takın…
Alfred Rose ve Konkani müziği merak ederseniz lütfen notlara yazın. Bu konuda daha önce internette yayımlanmamış bir yazım var, ilginizi çekerse burada seve seve paylaşırım. Zira kendisi Hindistan’ın Erol Büyükburç’u gibi, efsanevi bir karakter.
Hadi bay!
Sona
Alfred Rose ve Konkani müziği hakkında yazdıklarını merakla, heyecanla bekliyorum! 😍🧚♀️✨