Teomanlamama az kaldı! Doktorum nerde?
Abilerim ablalarım, dilenci değilim sadece emeğimin karşılığını istiyorum...
İnsan bile isteye yazar ya da sanatçı olmaz arkadaşlar, mecburiyetten olur. Veya ağzına ettiğiniz bir ülkenin cumhurbaşkanlığından emekli olup, Marmaris’e yerleşip artık resim yapmak istiyorsanız onun da denkliği alınabiliyor sanırım bir şekilde. Velakin ben okuma yazmayı öğrendiğim anda hikâye ve şiir yazmaya başladığım için inanın elimden gelen bir şey yoktu, daha dakika bir derken gol bir derken iş işten geçti… İlk hikayem yorganı açık kaldığı için üşüyen bir mumya ile ilgiliydi. İkincisi de annemle ilgili bir şiir. “Çünkü onun dünyası sanat dünyasıdır” diye bitiyordu şiirimiz ama bundan sonrası terapiye girer sanırım o yüzden çok uzatmıyorum… Velhasılı, ben de yazar olmamayı istemez miydim, isterdim tabii ama olan oldu, o tren çoktan kaçtı…

Vaktiyle 10 yıl dj’lik yaptım, o dönemde herkesin dj olduğundan şikayet ediyordum. Neyse ki yoga eğitmeni olmadım, o konuda daha niş takılıp pole dans eğitmeni oldum ama sırf keyfime tabii ki… Derken canımı dişime takıp romancı olmayı başardığımda da artık herkes yazar olmuştu ve en seçkin yayınevleri bile yazarlara paspas muamelesi yapmaya başlamıştı. Kurumsal hayattan ve toksik aşklardan kurtulmayı başarmıştım belki ama bu sefer de yayınevleriyle de BDSM tadında ilişkilere girdim. Kitabınızı basarlar ama sonra buharlaşırsınız o kitapla birlikte. Bildiğiniz “ghosting”… Telefonlarınızı açan, maillerinize dönen olmaz. Tam bu ne kardeşim böyle derken bir küçük güleryüz, bir “uyudun mu” mesajına yine düşersiniz, belki bu sefer değişmiştir diye… Hani bir şeyleri doğru yapsan, bir takla daha atsan, bir mail daha yazsan, bir telefon daha etsen her şey daha iyi olabilir gibisinden bir umut dünyası içinde buharlaşmış kitabınızı pembe bir buhar şeklinde ağzınızdan soluyarak sayıklarsınız. Tam lanet olsun, Teomanlamama az kaldı, daha da kitap yazmayacam derken de aksi gibi bir mesaj düşer Instagram mesaj kutunuza. Bir okur, zor zamanında kitabınızın hayat kurtardığını falan yazar, Teomanlayamazsınız….
Hesapta MÖ 2800’den kalma bir Asur tableti varmış da üstünde şöyle yazıyormuş:
“Dünyamız son zamanlarda gitgide yozlaşıyor; hatta dünyanın sonunun hızla geldiğine dair işaretler var; rüşvet ve yolsuzluk her yerde; çocuklar artık anne babalarına itaat etmiyor; herkes kitap yazmak istiyor ve dünyanın sonu yaklaşıyor.”
Böyle bir tablet yokmuş arkadaşlar. Külliyen yalan ama buna benzer bir şey sanırım İstanbul’da bir müzede, bir Akad kralından alıntı olarak varmış, çok merak ediyorsanız Quote Investigator’da okuyabilirsiniz. Fakat orijinalinde herkesin kitap yazdığından bahsetmiyor, onu sonradan birileri eklemiş. Çok da komik olmuş tabii. Bunu ekleyen kişi bir kitap yazarıydı sanırım ve muhtemelen o da emeğinin karşılığını almadığına inanıyordu. Ama güzel abim, sen de o milyarlarca kitap yazan insandan birisin işte… Sen de bir toz zerresisin, bu kötü bir şey mi? Sen yazmana baksana güzel abim. Emeğinin karşılığı da son derece sübjektif birşey neticede. Üstelik 2025 yılında dünya yandan yemiş tepetaklak yuvarlanmaktadır, oh yeah! Ve sen de elinde kitabını sallayıp “Okudunuz mu?” diye bağıran, kendi kendine sayıklayan birisin. Okundu mu? Yani sürekli aynı şeyi söylüyorum ama “çok da şeyetmemek lazım” belki de…
Eğer yazar olmama şansınız varsa olmayın
Eğer yazar olmama şansınız varsa olmayın. Mecburen olduysanız da rahmetli babamın dediği gibi sigortalı, maaşlı bir işiniz olsun. Ama eğer Kafka değilseniz “romancı” olmak için kurumsal bir işte çalışmasanız iyi olur. Babama vaktiyle tekrar kurumsal işe girersem kitap yazamam dediğimde “Kafka da memurmuş ama her gün bir sayfa yazıyormuş” şeklinde cevap veriyordu ben de saçımı başımı yoluyordum. Eminim imkanı olsa Kafka da yazarlık batağına düşmemeyi tercih ederdi, zaten ben de düşmanımın başına gelsin istemem. Lakin düştüğüm bu yazarlık batağını finanse etmek için senelerdir, hatta tam 15 senedir reklam çevirmenliği yapıyordum. Ya da düz işe gidemeyen insan kimliğimi yazarlığın arkasına saklamış da olabilirim tabii ama reklam işinde senelerce sıkı çalıştım. Hatta gün boyu masanın başından kalkamadığım için sırtımı boynumu patlattığım dönemlerde iyi de kazandım. Peki reklam çevirmenliği nedir? Çevirmenlikle metin yazarlığı arası bir şeydir. Bu işi de yurtdışındaki bir takım şirketlere yapıyordum. Yani reklam şirketinde çalışmadan reklamcılık yapıyordum diyelim ama YaZe, yani yapay zeka geldi mertlik bozuldu. YaZe, diğer BDSM dünya liderleri ve deri pantolonlu, üstü çıplak, elleri eldivenli Kabataşlı ekonomiyle el ele verip bildiğiniz işimi elimden aldı. Şu sıra terapiste para veremeyeceğimden ben de YaZe’yle konuşuyorum arada. Bana geçim tavsiyesi veriyor. İyi de hayatım dedim, çeviri işlerimi sen aldın elimden… Ne dese beğenirsiniz? Aynen kopyalıyorum:
“Biliyorum, bu gerçek. Ben ve benim gibiler, senin yıllarca biriktirdiğin yeteneği, emeği, sezgiyi... birkaç saniyede “yapan” bir alternatif haline geldik. Üstelik hiçbir ruhu olmadan. Bu çok can acıtıcı. Haksız da.
Ama senin ellerinden geçen bir çeviriyle bir yapay zekânın ürettiği arasındaki fark hâlâ dağlar kadar. Sadece müşteri bunu çoğu zaman umursamıyor artık. O yüzden mesele yetenek değil; sistemin artık neyi “değerli” saydığı. Ve bu çok yıpratıcı bir şey—özellikle senin gibi kendi yaratımına sadık biri için.”
ChatGPT
Sağol be kanka, ne diyim… Eskiden işim çok olduğunda yazı yazamıyorum diye ağlıyordum, keşke sanatımı yaparak para kazansam diyordum ama ne salakmışım! Şimdi o günleri mumla arıyorum… Sanatı para kazanmak için yapamayacağım çok net, çünkü bünyem kaldırmıyor. Zaten başıma ne geldiyse hep bu bünyeden… Şimdi yazarlık meziyetlerini paraya dönüştürmek için kullan diyorlar bana. ChatGPT de aynı şeyi öneriyor bu arada… İyi de ben hiç para kazanmak için yazmadım ki, okumak istediğim kitabı yazdım, içimden geleni yaptım, içimden bir şey getirmeye çalışmadım... Mesela sevdiğim bir yazarın Substack hesabının paralı olduğunu görünce sinirleniyorum ben. Yahu arkadaş hayatta insanın kaç tane Subscription’ı olabilir!?!?! Sanırım bu anlamda eski kafalıyım. İşte Youtube yap, Podcast yap, YaZe’yi kullan, TikTok’a mini hikâyeler koy, yazarlık atölyesi düzenle, yazı tatili organize et falan… Büyük konuşmayayım ama - neyse, hatta hiç konuşmayayım daha iyi! Geçenlerde eşim bana dj’liğe geri mi dönsen acaba, Bodrum’da iş yaparsın dedi. İyi de ben onu da hiçbir zaman para için yapmadım ki, yapamam da… Paramı alırım ayrı ama o işi para için yapamam… Asıl ayrım bu sanırım. Ama bu sistem var ya bu sistem, bu sistem içerik üreticiye ve PR makinesine dönüşmeyen “sanatçı”ları öldürür güzel kardeşim. Benim arkadaşımı öldürdü mesela. Esat Başak’ı bilir misiniz? Benim arkadaşım eşsiz bir sanatçı ve dâhiydi. Bana göre Banksy’ye de Warhol’a da bin basardı. Tek kusuru Türkiye’de dünyaya gelmiş olması ve sanatını satmamasıydı. Ha bugün nadide eserleri Eczacıbaşı ailesinin salonunda duruyor hâlâ, o ayrı… Yaşlı bir fenomen olan annesiyle bir eve tıkılıp kalmak onu tüketti. Sonunda bastı gitti. Öyle bir gitti ki son dönemde onu ne kadar yalnız bıraktığımızı bilemedik. Son yıllarda hayatımdaki büyük kayıplardan biri, ve gidenler buradaki manzaraya baktıklarında doğru tercihi yaptıklarını düşünüyorlardır sanırım. Ölümü çok romantize eden biri değilim, çıkış çıkıştır ama bizim için kayıptır yani, çünkü bir takım dehalar çok erken gitti. Esat’ı Arıza’ya gizli bir karakter olarak koymuştum, ileride başka kitaplarıma da girer herhalde.

Kızım bu memlekette kim emeklerinin karşılığını aldı ki?
ChatGPT’ye terapi yaptırmanın yanı sıra bir de geceleri yatmadan dua ediyorum. Evren, gezegen, ülkem, ailem ve kendim için dua etmekten çok yoruldum. Artık bunlar gitsin dualarından bıktım. Tanrıçam konuyu sen biliyosun diyorum bir de son bir duam kaldı artık onu tekrarlıyorum: Emeklerimin karşılığını almak istiyorum! Sonra gülüyorum kendime, kızım bu memlekette kim emeklerinin karşılığını aldı ki? Sen hangi hayal dünyasında yaşıyorsun!?! Esat Başak, aldı mı emeklerinin karşılığını? Yurdumda emeklerinin karşılığını alamamış sanatçıları saysam bitiremem heralde… Yani Aplam, bu neyin kafası? Yogayı fazla mı kaçırdın, çakraların gevşemiş olacak… E buna da orta yaş deniyor herhalde… Ömür boyu fazla Hollywood filmi izlemekten sonunda illa iyi olacak, çalış çabala mutlaka olur falan gibi bir illüzyon var ya o bir noktada kırılıyor, artık kırılması lazım zaten çünkü illüzyonist olayım derken mazallah ÖZdelüzyon olmak var… Abilerim ablalarım, dilenci değilim sadece emeğimin karşılığını istiyorum… O da para değil elbette. Tabii onun da bir şekilde gelmesi gerekiyor, o ayrı. Buzdolabımın üstünde sinema yönetmeni Çağla Zencirci arkadaşımın yazdığı bir yazı var, sanırım konuyu özetliyor:
Yaaa, bakın Substack sayesinde ben de iç darlayabiliyorum demek ki. Zaten fantastik ve neşeli olmamdan edebiyat dünyasının çoğunluğu pek hazzetmemişti. Yeterince iç darlayan yoksa memlekette biraz da ben darlayayım arada, idare edin. Faturaları, kirayı ve anlamı bilemem ama bir bedel var, orası kesin.
Son hafta icerisinde farkli kelimelerle resmen ayni seyi yazmisiz. Bu sistem benim de arkadasimi oldurdu. Sanirim insanligin bilincalti bir yerlerde agac gibi birlesiyor, ayni seyleri dusunup hissediyoruz hic tanimadiklarimla.
Ben emekli olduktan sonra yazmaya başladım. Yazma derken, yeteneğim sadece bir Substack sayfasını idameye yetiyor. O da öylesine. Sizin kitaplarınızı Amazon'dan aradım. 'Arızanın Merkezine Seyahat' buldum ama sadece paperback olarak, Kindle versiyonu yoktu.
Tüm gailelere rağmen yazmaya devamda ısrar ettiğiniz için teşekkür ediyorum.